top of page

Travma, Tekrar ve Bilinçdışı: Lacancı Bir Bakış

Freud'un başlangıçtaki "her rüya bir arzunun doyumudur" ilkesi, travma rüyalarının ve bu rüyalarla ilişkili tekrarlanan davranışların, haz ilkesiyle çeliştiğinin fark edilmesiyle önemli bir dönüşüm geçirdi. Zira, genellikle acı verici olan bu tekrarlanan deneyimler, yeni bir soru etrafında kavramsallaşmayı beraberinde getirdi: İnsan, bilinçli ya da bilinçdışı bir şekilde, neden yaşamı boyunca aynı örselenmeleri sembolik anlamda tekrar tekrar deneyimleme eğilimi gösterir? Bu durum, acı verici olmasına rağmen, öznenin yaşamında tekrar eden ve psikodinamik terapi süreçlerinde bilinçdışı bir örüntü olarak tanımladığımız tekrarlama zorlantısıdır. Bastırılanların eyleme dönüşerek yüzeye çıkması anlamına gelen bu fenomen, öznenin hayatının çeşitli anlarında ve alanlarında kendini benzer travmatik durumların ve olayların içinde bulmasına yol açar. Örneğin, bir kişinin sürekli benzer ilişki örüntülerini tekrar etmesi, bu duruma verilebilecek basit ve yaygın bir örnektir.


Ölüm İçgüdüsü ve Gerçeklik İlkesinin Ötesi


Freud, tekrarlama zorlantısı kavramını açıklayabilmek için ölüm içgüdüsü kavramını ortaya atmıştır. Bu sayede teorisindeki önemli bir boşluğu doldurmuştur. Burada, ölüm içgüdüsü ile yaşam içgüdüsünün karşıtlığı, iki kavramın etkileşimli ve diyalektik dinamiği ön plana çıkar. Haz alanı ile hoşnutsuzluk alanı arasındaki bu etkileşim, travmayı tekrar tekrar devreye sokarak onun çözümlenmesine olanak tanır. Buna göre insan ruhsallığı, bilinçdışı bir şekilde kaosa ve yok olmaya, ya da daha naif bir ifadeyle dinginliğe dönme ve homeostasise ulaşma eğilimindedir. Tekrarlama zorlantısı bu ölüm içgüdüsünün bir tezahürü olarak görülebilir. Freud, travmatik deneyimlerin bilinçdışında işlenmediğini ve bu nedenle bilinçte tekrar tekrar gün yüzüne çıktığını savunur. Bu tekrarlama, travmanın işlenmesi ve bilinçdışı çatışmaların çözümlenmesi için bir çaba olarak yorumlanabilir. Esasında ölüm içgüdüsü, rüya yorumunun salt arzuya dayanmadığının anlaşılması ve açıklanması zorunluluğu doğduğunda psikanalitik bir kazanım olarak ortaya çıkmıştır. Yaşam ve ölüm dürtüsü arasındaki bu etkileşim; nevroz, kastrasyon ve arzunun tek yönlülüğünün ötesinde yeni bir boyut açmıştır. Bu yeni boyutlanma, Freud’un ısrarla savunduğu biyolojik kayıpların tam olarak tatmin edilemeyişi üzerine kurulmuştur. Haz ilkesini, ilk kayıp öncesine, homeostasise kavuşma arzusunun evrenselliği inancı yönlendiriyordu. Haz ilkesinin ötesi, kökensel kayıptaydı.


Lacan, burada önemli bir soruya odaklanır: Neden gerçeklik ilkesi tek başına son sözü söyleyemez? Ona göre, gerçeklik ilkesinin üstünlüğüne rağmen belirleyici olan şey, tek başına bir ilke değil, haz ilkesi ile gerçeklik ilkesi arasındaki çatışmadan doğan mefhumlardır. Kökensel travma ile ördüğü bu düşüyi açıklarken, 12 Şubat 1964 tarihli dersinde şöyle der: “Analitik deneyimin kökeninde gerçeğin kendini özümsenemeyen yanıyla göstermiş olması dikkate değer değil midir? Gerçeğin kendini travma şeklinde göstermiş olması devamında her şeyi belirlemiştir… Gerçeklik ilkesinin üstünlüğü gereği son sözü söyleme hakkına sahiptir diye düşünemememizin nedeni budur.”


Travmanın ve gerçeğin varlığı nedeniyledir ki gerçeklik ilkesinin her zaman belirleyici olduğunu düşünemiyoruz. Lacan, bu iki ilkenin çatışmalı mefhumuna kökensel kaybı ve travmayı da ekleyerek, öznenin yapısının belirleyiciliğinde imkansızlığı ve iktidarsızlığı ifade etmiştir.


Lacancı Özne


Öznenin deneyimindeki imkansızlık ve iktidarsızlığın simgesi olan aksamalarda, gösterenden gösterene aralıksız olarak öznenin bir görünüp bir kaybolması söz konusudur. Ardından gelen aliénation (yabancılaşma), gösteren zincirindeki imkansızlığı ele veren eksiğin etrafında sürekli bir volan hareketi çizer. Lacancı Özne’nin ortaya çıkışı bu şekilde anlamlandırılır. Burada çok küçük bir şeması verilen Lacancı Özne’nin doğuşunda, aslında Lacan’ın getirdiği yeniliklerden en önemlisi, bu oluşumun gösteren zincirindeki bir eksiklikten, bir boşluktan başlamasıdır. Doğumla beraber insan her şeyini kaybeder ve bu kayıp kendisini, kendisinden sonra gelen tüm ikame nesnelerde temsil edecektir. Öznenin yaşamı boyunca tutunduğu tüm nesneler, bir kaybın ikamesini, bir imkansızlığı bağrında taşıyacaktır.


Lacancı analiz sürecinde dahi hatırlama, çağrışımla birlikte ancak belli bir yere kadar başarılı olabilmektedir. Hatırlama süreci ancak bir boşluğa kadar gerçekleşmektedir. Bu boşluğun ötesi, özne için söze dökülmesi imkansız olandır. İşte tam da burası, gösteren zincirinin özümseyemediği, sembolize edilemeyen anlamında gerçeğin alanıdır. Lacan’ın ifade ettiği gibi: “Ancak bir şey aksıyorsa orada bir neden vardır.” Tekrar bir aksamayı bize gösterir ve orada bir neden vardır... 12 Şubat 1964 dersine Lacan şöyle başlar: “Hiçbir praksis psikanaliz kadar, deneyimin tam göbeğinde yer alan o gerçeğin en içteki çekirdeğine yönelik değildir… Bahsedilen gerçek ile nerede karşılaşırız? Aslında psikanalizin keşfettiği şey temel bir buluşmadan ibarettir – sürekli kaçan bir gerçekle buluşmaya çağrıldığımız bir randevudan ibarettir.”. Lacancı anlamda gerçek, gösteren zincirinin durduğu, öteye geçemediği yerdedir. Öznenin yaşamı boyunca tekrarla buluştuğu ancak her defasında ıskaladığı, bundan dolayıdır ki buluşmasını bile idrak edemediği tekrarlar, gösterenin eksiği nedeniyle kaçırılan karşılaşmalardır.

Otomatik tekrarın gözden kaçırılmaması gereken yönü, aksama ve ıskalama işlevidir. Otomatik tekrar sembolleştirilemeyince tekrar tepkisi devam eder; tekrar her seferinde bir sonrakinden hem farklı hem de bir o kadar benzer olarak yenilenir. Tekrarın maksadı sembolize olmaktır; fakat bu sembolizasyon tam olarak gerçekleşmediğinden tekrar her seferinde farklı olarak gelmektedir.


Tukhe ve Automaton


Lacan, şimdiye kadar ifade edilen gerçek, tekrarlama zorlantısı, haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi gibi kavramları travmanın kalbinde açıklamak amacıyla Aristoteles’in iki nedensel kurucu yapısını ödünç almıştır: Tukhe ve Automaton. Bu iki kavramın yeniden ele alınmasıyla oluşan denklem, Lacancı bir yeniliktir ve kuramın tam merkezine yerleşir. Aristoteles kendi felsefesinde bu iki kavramı şu örnekle basitçe açıklar: Bir vadide yürüyorum ve bir kaya gelip bana çarpıyor ve zarar görüyorum. Eğer arkasında bir insan yoksa bu Automaton’a, yani kendiliğindenliğe bir örnektir. Kayanın bana çarpmasında bir insan etkisi varsa bu Tukhe’dir.


Lacan için ise bu kavramları çok daha farklı gösterenlerle 12 Şubat dersinde açıklamaya şöyle başlar: “Önce Tukhe, onu Aristoteles’in söz dağarcığından aldık, gerçekle buluşma, gerçekle karşılaşma olarak çevirdik. Gerçek Automaton’un ötesindedir. Dönüşün, geri gelmenin, haz ilkesince yönetildiğimizi görmemizi sağlayan o gösterenlerin ısrarının ötesindedir. Gerçek her zaman Automaton’un arkasında yatan şeydir. Ve bütün araştırmalarda Freud’un derdinin bu olduğu gayet açıktır.”


Automaton simgesel düzenin uyumunu ve yenidenliğini ifade ederken, Tukhe ise bu simgesel düzeni bozan beklenmedik bir karşılaşma olarak düşünülebilir. Tukhe ve Automaton, alegorik olarak ölüm ve yaşam dürtüsüne benzerler. Bir taraf dilin sembolik anlamının düzenli ve rutin işleyişini ifade ederken, diğeri ise beklenmedikliği, anidenliği ifade eder. Gerçek ile sembolik arasındaki karşılaşmadaki boşluk, delik veya ıskalama Tukhe’de ifade edilir. Automaton ise gerçekten ziyade daha çok gerçeklik alanında olandır. Automaton ile işleyen gündelik sembolik işleyiş, beklenmedik ve imkansız bir karşılaşma ile gerçek düzeni tarafından ele geçirilir. Aralarındaki bu cevapsızlık, özneyi sürekli olarak tekrara götürür. Travma, gerçeğin özümsenemeyen yanı olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır. Travma, bu sindirilemeyen gerçek ile uyuma yönelik bir semptom olarak kendini ifade eder. Bir yanda gerçeğin beklemede oluşu, bir yandan sembolleştirme çalışması, öte tarafta aksama, buluşamama, yeniden yeniden revize edilerek üretilen bir tekrarlama… Bunların çoğu travmanın görünümleri olarak ortaya çıkar. Bu noktada Lacan, gerçeği içinde azap, ıstırap olan bir buluşma olarak niteler. Freud’un tekrarlama zorlantısı dediği ise daha çok birinci süreçteki sapmaları ve Automaton’u temsil eder. Günlük yaşamımız ve gerçeklik bir anlamda her zaman başkalaşmış olarak karşımıza çıkar, çünkü biz dil ve imge aracılığıyla ona yaklaşabiliriz. Tüm aksama gerçekten dolayı olmuştur. Gerçek düzeyin bilinen gücü bir kayıp alanı oluşturur. Bu aksama ve kayıp aranan şeydir artık. Her tekrarlama aksamayı tekrarlamadır. Burada gerçekle buluşmak ve uzlaşmak pek mümkün görünmez. Bu noktada tekrar, deliğin üstünü örten öznel bir cevaptan başka bir şey değildir. Özne, öznel bir cevap oluşturur. Gerçeğe verilen cevap, gerçekten kendini korumanın bir yöntemidir. Öznenin öznel çizgisini oluşturur. Bu biricik bir cevaptır; bu biricik cevap hayatın her alanında öznel bir deneyime dönüşür. Ruhsallığın merkezindeki bu öznel cevap özne için ana temayı oluşturur. Yeniden üretilen bu benzersiz cevap, özne için hem deliğin örtülmesi anlamında, hem rüya, fantazm, ilişkiler ve paternler anlamında tekrarlanır. Hayattaki tüm olgular bu öznel cevap üzerine temellenir.


Freud'un Ford-Da Örneği ve Lacancı Yorumu


12 Şubat dersinde Tukhe ve Automaton, Freud’un verdiği Ford-Da örneği ile açıklanır. Freud’un torunu Ernst, elindeki makarayı atarken “Ford!” (gitti anlamında) diye bağırır, çekerken ise “Da!” (geldi anlamında) der ve bunu defalarca tekrarlayarak kendisine bir oyun yaratır. Yapılanların tamamı tekrarı simgeselleştirir. Fakat bu kesinlikle anneyi geri çağıran ve basitçe çığlığa vurulan bir ihtiyacın tekrarı değildir. Tekrarlanan, öznede bir spaltung yani bölünmeye neden olan annenin gidişidir; alternatifi Ford-Da oyunu ile üstesinden gelinir. Oynanan oyun, ya burada ya orada oyunudur ve tek amacı, her gidişin bir gelişinin, her gelişin bir gidişinin temsilidir: Da’nın Ford’u ve Ford’un Da’sı olmaktır. Tukhe gerçekle karşılaşmadır, anıdır. Lacan der ki: “Rastlantı sonucu oluşan bu buluşma ve buluşamamalarda, bizim işimiz tam da bu köstek ile bu pürüzledir.” Bir buluşmada gerçeğin işlevi, ıskalanmış gösteren ağı içerisinde bu buluşmayı her seferinde kaçırmaktır. Bu buluşma olmayacaktır; her defasında gerçek yeniden üretilecektir ve bu randevuya geliş her defasında farklı bir geliş olacaktır. Psikanalizde dikkatimizi çekmesi gereken yer tam da burasıdır. Bu da kendisini travma olarak göstermiştir. Lacan’ın deyişiyle: “Gerçeklik sistemi ne kadar ileri giderse gitsin, gerçeğin temel parçası olan bir şeyi haz ilkesinin ağlarında esir bırakır.”


Baba Görmüyor Musun? Rüyası ve İmkansız Buluşma


Yine 12 Şubat dersinde Lacan, “Baba görmüyor musun?” rüyasına bir açıklama getirir. Bu vakada bir baba, çocuğunun hasta yatağı başında günler haftalar boyunca beklemiş, çocuk öldükten sonra uzanmak için nihayet yan odaya gitmiştir. Çocuğun uzun mumlar ile çevrili cesedinin konduğu odayı görebilmek için kapı açık bırakılmıştır. Rüyada çocuk onun yatağına gelmiş ve babasını kolundan yakalayıp “Baba görmüyor musun, yanıyorum!” diye fısıldamıştır. Baba rüyanın etkisiyle o anda uyandığında, yan odada parlaklığı görür, hemen oraya koşar ve evladının cesedinin sargılarına düşen mum yüzünden yandığını görür. Rüyada oğlanın hala hayatta olduğu ima edilmez; tersine “babasının kolundan tutan ölmüş çocuk, kendini hissettiren bir öbür dünyaya işaret eder.” Lacan rüyayı şu şekilde yorumlar: “Arzu burada nesnenin en zalim biçimde görselliğe dökülen kaybı ile mevcudiyet kazanır. Hakikatten bu buluşmama sadece rüyada gerçekleşebilir, sadece bir ayin sürekli tekrar edilen bir edim, bu imkansız buluşmanın anısını yaşatabilir. Çünkü baba olarak o baba dışında yani bilinçli hiçbir varlık bir evladın ölümü nedir bilemez.”

19 Şubat 1964 dersinde yine aynı rüya hakkında yaptığı açıklamada Lacan şöyle der: “Herkes uyurken rastlantı sonucu meydana gelenle – mumun devrilmesi, çarşafın tutuşması, anlamsız olay, kaza, kötü talih – ‘Baba görmüyor musun yanıyorum?’ sözündeki örtülü de olsa iç burkucu taraf arasında, tekrarlamada gördüğümüz ilişkinin aynısı vardır. Gerçekleşmeyen şey intibak değil, Tukhe yani buluşmadır.”



Tukhe ile Automaton arasındaki ikili etkileşim, gösterenler zincirinin gerçeği bir yerde buyur etmeye yönelik hiç bitmeyen bir girişimidir.

 

 


 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

TELİF HAKKI © 2023 ÇAĞDAŞ YAPICIOĞLU - TÜM HAKLARI SAKLIDIR.

bottom of page