Lacancı Psikanalizde Talep, Semptom ve Subjektif Değişim
- çağdaş yapıcıoğlu

- 17 Tem
- 6 dakikada okunur
Lacancı Psikanaliz, alalede bir terapi süreci olmanın ötesinde, bireyin kendi içsel gerçeğine doğru atılan, ve analiz süreci içerisinde öznenin temel konumsal değişimini temellendiren cesur bir adımdır.
Jacques Lacan'ın 1971'deki "Psikiyatristler ile Söyleşi" adlı metninde, psikanalitik pratiğe ön görüşmeler olmadan girmenin imkânsızlığını vurgulanır. Bu vurgu, yalnızca bir prosedürden ibaret değildir; ön görüşme seanslarının, bireyde hakiki bir değişimin vuku bulması için zorunlu bir zemin hazırladığını ima eder. Dolayısıyla, psikanalize giriş için, geçilmesi gereken kritik bir sınırın var olduğunu söylemek doğru olacaktır.
Lacan, bu sınırın ancak söylemsel bir dönüşümle aşılabileceğini belirtir. Söylemdeki bu değişim, öznenin kendi konumunda meydana gelen köklü bir yapısal değişikliğe işaret eder. Analize giriş olarak nitelendirilen ve beklenen bu konumsal dönüşümü, bizzat öznenin kendisi gerçekleştirmekle yükümlüdür. Zira birey, ancak bu içsel dönüşümü deneyimlediğinde analitik sürece gerçekten dahil olabilir ve psikanaliz yolculuğuna başlayabilir. Peki, bu derinlemesine değişimi tetikleyen mekanizmalar ve içeriği tam olarak nedir?
Lacan, 1975'te ABD'de verdiği bir konferansta analiz sürecine girişin koşulunu daha da netleştirir ve psikanalizi bir eşik olarak tanımlar: "Analiz bir kapının eşiği olmalıdır," der, "hastaları bu kapıdan içeri almak gerekir." Bu dikkat çekici formülasyon, psikanalizin bir ön hazırlık sürecinden ziyade, bireyi gerçek değişime ve heyecan verici bir öz-keşif serüvenine davet eden, bizatihi bir geçiş noktası olduğunu gösterir.
Bu kapı nasıl aralanır? Lacan'a göre, bu kapıyı açan anahtar taleptir. Ancak hemen ardından şu önemli soru gelir: "Bu talep nedir? Hastalar neyden kurtulmak istiyor?" Lacan'ın yanıtı basittir ama bir o kadar önemlidir: Semptom.
Analizde Talep, Semptom.
Bir terapiste veya analiste yöneltilen ilk talepler çoğunlukla sadece ve sadece şikayet biçimindedir: "İşlerim yolunda gitmiyor, ne yapmalıyım?", "Depresyonum geçsin istiyorum", "Kendimi daha iyi tanımak istiyorum", "İlişkimde mutlu olmak istiyorum", "Stresten, takıntılarımdan kurtulmak istiyorum" gibi ifadeler örnek olarak verilebilir. Bu tür şikayetler, bir psikoloğa, arkadaşa veya aile üyesine de rahatlıkla dile getirilebilir. Çoğu zaman bu yüzeysel taleplerle birlikte, karşı taraftan anında bir yanıt veya somut bir çözüm beklentisi de gelir.
Ancak Lacan'a göre, bu tür talepler "reel talep" ya da "analitik talep" niteliği taşımazlar. Psikanaliz, söz konusu talep beklenti sarmalının çok ötesine geçer. Bazı terapiler ve terapistler elbette talebi sorgulayarak bir ilişki kursa da, bu sorgulama, mekanik kaldığı sürece kişiyi şikayetinin ardındaki gerçeği düşünmeye itmez; aksine, bireyi şikayetiyle adeta aynı noktada tutar. Esasında söz konusu uygulamalar metanomik olarak tekrar zincirinin bir diğer gösterimidir, talebin yüzeysel çerçevesinde kalan tedavi biçimleridir. Lacancı psikanaliz ise bu noktada geleneksel terapilerden temelli bir ayrılık gösterir. Gerçek bir analize başlayabilmek için, talebin derinlemesine okunması, işitilmesi ve öznenin kendi içsel dinamikleriyle bağlantılı bir yerden ele alınması esastır.
Psikanaliz sürecindeki birazdan detaylı şekilde açımlanacak dönüşüme uğrayan talep için Lacan, "analitik talep" terimini kullanmıştır. Analitik talep, bireyin analitik söyleme geçişini mümkün kılan özgül bir talep türünü ifade eder. Lacan'a göre, bu talep mutlaka bilgi üretme potansiyeli taşıyan bir ilişkiyle kurulmalıdır; yani bir bilgi bağı tesis edilmelidir. Talebi getiren kişi, bu bilgiye ulaşmak için aktif bir çaba sarf etmelidir. Şikayetini dile getirmek tek başına yeterli değildir; danışan, şikayetinin ardındaki gerçeği öğrenmeyi arzulamalıdır. Bu içsel çaba, psikanaliz içerisindeki öznenin dönüşümün temelini oluşturur.
Şikayetin ötesinde ise, analiz için olmazsa olmaz bir semptomun varlığı esastır. Bu demektir ki başlangıçtaki şikayet, bir semptomu işaret etmelidir. Söz edilen semptom, sıradan bir rahatsızlık değil; dürtü dolaşımının sekteye uğradığı, bir şeylerin tıkandığı ve özneyi yetersizlik içinde bırakan derin bir sıkıntıyı ifade etmelidir. Yani, bir şeyler yolunda gitmiyor ve bu durum özne için tekrarlanıyordur... Bir yerde tekrar var ise, bilinçdışı oradadır ! İşte tam da bu nedenle psikanalizin başlangıcında, semptomun taleple ilişkilendirilmesi hayati öneme sahiptir.
Elbette, çoğu zaman bireyler psikanalizin kapısını net bir semptomla değil, belirsizlik örtüsü altındaki bir şikayetle çalabilirler. Bu durumlarda dahi, analiz için er ya da geç talebin bir semptom ile bağ kurması gerekmektedir. Analizin gerçekten başlayabilmesi için bu, en önemli, hatta yegâne şarttır.
Psikanalitik sürecin bu erken aşamasını kabaca şöyle bir çizelgeyle özetleyebiliriz: Önce bir şikayet, ardından bu şikayete dair bir talep, ve nihayetinde bilgiyle ilişkili bir soru işareti ya da en azından "Burada bir bilgi var mı?" varsayımı... Birey, kendi kendine "Burada bir şey var mı?", "Ne arıyorum?" diye sormaya başlamalıdır. Bu sorgulamanın akabinde, şikayet analatik sürecin yoğurucu etkisi altında kaçınılmaz olarak semptoma dönüşür. Semptom, özneyi konuşturan şeydir. Özne şikayetlerini dile getirdikçe semptom şekillenmeli ve netleşmeli, analiz sürecinde belirgin bir biçimde ortaya çıkmalıdır. Semptomun netleşmemesi, aktarımın da gelişmemesi anlamına gelir. Aktarımın ortaya çıkabilmesi için semptomun analiz sürecinde dillendirilmesi ve üzerinde çalışılması gerekir. Dolayısıyla ardışıklık şöyledir: Şikayet, Talep, Semptom, ardından Aktarım.
Subjektif Değişim: Şikayetten Sorgulamaya Geçiş
Bir semptom, sıradan bir belirti değildir; arka planında öznenin bölünmüşlüğüne işaret eden bir yapıya sahiptir. Varlığı ile açıklanamayan ve bilinmeyen bir yere temas eder ve özne için bir soru işareti halinde kendini tüm yaşamında hissettirir .Basit bir örnekle açıklamak gerekirse, "Sevgilimle görüştüğümde yüreğim bulanıyor, kalbim çarpıyor ve çok heyecanlanıyorum " gibi bir ifade yerine, "Sevdiğim kişiyle karşılaşmak istediğim halde, onu gördüğümde neden bir duraksama, bir imkânsızlık yaşıyorum? Niçin bana böyle oluyor?" gibi bir sorgulama olmalıdır. Şikayet, sadece fiziksel rahatsızlık veya obsesif bir düşünce düzeyinde kalmamalıdır: "Niçin böyle tepki veriyorum, neden her karşılaştığımda sakar davranıp geç kalıyorum?" gibi sorularla, öznenin içsel çatışmalarının ve bölünmüşlüğünün işaretleri yakalanmalıdır. Analist, bu ifadeleri dikkatle yakalamalı ve analitik çalışmaya dahil etmede aktif bir rol oynamalıdır. Esas olarak analistin görevi, kişinin şikayet ettiği durumun kendisiyle, kendi öznelliğiyle ilgili olduğunu fark etmesine yardımcı olmaktır.
Freudyen ve Lacancı psikanaliz arasındaki en belirgin farklardan biri, Lacan'ın vurguladığı subjektif değişimdir. Lacan'a göre, analizin başlaması için talep, semptom ve aktarım koşulları oluştuğunda, dördüncü bir aşama daha gereklidir: Bu, subjektif değişimdir. Yani, öznenin konumunda gerçekleşen bir dönüşüm; sürekli şikayet eden bir kişiden aktif olarak sorgulayan bir özneliğe evrilme meselesidir. Bu, bir söylemden diğerine geçiştir. Pek çok ekol, bu değişimin analizin sonunda gerçekleştiğini düşünse de, Lacan'ın metinleri, bunun aslında analizin başında oluşan bir değişim olarak okunabileceğini gösterir. Subjektif değişim, analizin gerçekten başladığı yerdir, hatta belki de analizanın kendi analitik yolculuğunda bir "analist adayı" olmaya başladığı dönüm noktasıdır.
Sadece bir şikayeti dile getirmek, bunun çözülmesini istemek veya analistin bir şeyler bildiğini varsaymak (onu "bildiği varsayılan" konumuna koymak), bir analiz için gereken aktarım koşullarını sağlamaz. Burada bir subjektif pozisyon değişimi henüz yoktur. Lacancı analizin ayırt edici özelliği tam da buradadır: Özne analize taleple gelmiş, hatta analitik bir talebe geçmiş olsa bile, subjektif değişim olmadan Lacancı analiz mümkün değildir.
Elbette, bu subjektif koşula kadar diğer tüm şartlar sağlanmışsa bir çalışma başlamış demektir. Ancak analiz adayı hala çözümün cevabını "öteki"nden bekler. Bu, yeterince sarsılmamış, yeterince çaba göstermemiş, yeterince kendine soru sormamış olduğu anlamına gelir. Analizan adayı, analistine güvenmiş, iyi bir analist bulduğunu düşünmüş, şikayetini, talebini ve semptomunu ifade etmek istemiş olabilir; bunlar terapinin ve analizin içindeki çok doğal adımlardır. Ancak hala "öteki"nden beklenti içinde olması, kişinin çalışmaya yeterince dahil olmaması anlamına gelir. Analitik çalışmanın gerektirdiği konuma henüz kendini sokamamıştır.
Subjektif değişim, yani şikayetten derinlemesine sorgulamaya geçiş, ancak ve ancak aktarım ile mümkündür. Lacan bu geçişi ile birlikte oluşan aktarımı bir söylem değişikliği olarak ifade eder ve der ki: "Söylem değişikliğini tanımlayacak olursak, bu tıpkı aşık olduğumuzda hissettiğimiz heyecan gibidir." Gerçekten de, analizde subjektif değişim yaşandığında, analizan bu heyecanı, bu uyanışı yoğun bir şekilde hisseder. Bu vurucu anlar, analizin belirli noktalarında kendini gösterir ve bireyi derinden etkiler.
Ancak bir analiz süreci boyunca öznenin her daim analitik söylem içinde kalamayacağı unutulmamalıdır. Analitik talep, subjektif değişim ve şikayet, açılıp kapanan, bir var olan öbür an gizlenen, kalp atışı gibi dalga dalga ilerleyen bir ritim izler. Özne için şikayet ettiği konu ağırdır, yüzleşilmesi zordur ve en nihayetinde ızdırap doludur. Dolayısıyla, öznenin jouissance içinde olduğu, sadece şikayet ettiği duygunun içinde kaldığı anlar mutlaka olacaktır. Analist, bu dalgalanmalarda, bu "kalp atışlarında" yaptığı müdahalelerle tekrar tekrar subjektif değişime işaret eder, özneyi bu dönüşüme yönlendirir. Lacancı analizde analizanı özel kılan, içsel çabasıdır. Analizan, sadece şikayet etmeyi değil, bilmeyi sormayı ve bu heyecandan sıçramayı gerçekleştirmek için bu dalgaların üzerinde kimi zaman inmeli, kimi zaman çıkmalı ve sürekli bir çaba içinde olmalıdır. Çabada azalışlar ve artışlar hayatın olağan ritmine uyacak şekilde var olsa da, analiz esnasında ve analiz odasının dışında sürekli canlı bir dinamik olarak orada olacaktır. Buna destek olan temel kuvvet ise arzudur. Arzunun bu süreci desteklemesi elzemdir. Özne, en nihayetinde "Semptom ile değil, arzumla konuşuyorum" diyebilmelidir.
Histerik Semptom ve Subjektif Değişim Örneği : Tatminsizlikten Sorumluluğa
Subjektif değişimi histerik bir yapı üzerinden örnek vermek gerekirse: Histerik yapı, kişinin çocukluğundan beri yaşadığı ve tepki verdiği bir durumdur; indirgemeci olsa dahi bir şema vermek gerekirse, kişinin çok istediği fakat bir türlü elde edemediği, sürekli bir aksama hissettiği bir konumdur bu. Histerik semptomunun özelliği tatminsizliktir. Bu durum, kişiyi sürekli doyumsuz bırakır. Hiçbir şey istediği gibi olmaz, yolunda gitmez; tam olacakken yine bir şeyler aksar, hedefe ulaşamaz ve kişi şikayet edip durur. Bu şikayet döngüsü bir ömür boyu sürebilir. Ve tabiiki herkes analize gitmek zorunda olmadığından, bu ille de "kötü" bir ömür olmak zorunda değildir. Kişi bu şikayet söyleminden çıkmayabilir, çıkmak istemeyebilir.
Fakat kişi psikanalize geldiğinde ve yukarıda belirtilen aşamalar yerine getirilebildiğinde, söylemde bir değişim başlar. Artık özne şikayet etmekten, "Bunlar neden oluyor?", "Bunlar niçin benim başıma geliyor?" sorularını sormaya ve "Burada benim sorumluluğum nedir?" diyerek sorgulamaya başlar. Kişi, şikayet etme konumundan sorgulamaya, yani "Burada ne oluyor?" dediği an sorgulama sürecine girer. Tatminsiz olduğu şikayetlerini, mutsuzluğunu başkalarına atfettiği (iş yerinde patronu, evde eşi, çocukluğunda annesi veya kardeşleri olarak) söylem yavaş yavaş değişime uğrar. Artık sorumluluğu "küçük ötekilere" yüklemekten vazgeçerek, sorumluluğu kendine almaya başlar ve "Bir şeyler yolunda gitmiyor, burada benim payım nedir?", "Ben neden böyle durumlara düşüyorum?", "Ben ne yapıyorum veya yapmıyorum?" gibi soruları sormaya cesaret eder. Gerçek bir değişim arzulayan özne, okları dışarıdan kendine çevirmelidir.
Analiz süreci, kendi içsel labirentinizde kaybolmak yerine, oradaki gizli kapıları aralamak ve kendi arzularınızın izini sürmektir.

